Ruby Sparks (J. Dayton & V. Faris) 2
Ruby Sparks, yazarlık meselesiyle ilgilenen hemen her eserde olduğu gibi gerçeklik/ kurgu ikilisi ile özgürlük gibi temalara değinen bir film. Bir yazar, kurguladığı karakterin gerçekleştiğini görüyor ve olaylar gelişiyor. Bir kere bu tema oldukça klişe artık. Bu saatten sonra yeni bir kurguyla yola çıkılması gerekirken, film bilindik ne kadar yol varsa sanki inadına oraya giderek kendini basitleştiriyor ve yaratıcılığı varsa bile yok ediyor. Üstelik sonlara doğru senaryo öylesine ne yapacağını şaşırıyor ki, film komik bölümlerden oluşan fazlasıyla çocukça hamlelere başvurmakla kalmıyor; gerektiği yerde bitmeyerek, zaten pek bir halta yaramayan mesajını iki kat kötü hale getiriyor. “Little Miss Sunshine”ın yönetmenlerinin böylesine kötü bir projeye girişmeleri gerçekten şaşırtıcı. Hele daha yakın zamanda “Stranger Than Fiction” gibi çok başarılı bir film yapılmışken. Zoe Kazan’ın kırık fırın ekmek yemesi gerektiğini belirtmeden geçmeyeyim.
Film eleştirilerinin bulunduğu bir blog'tur. Her filmin yanında 5 üzerinden yıldız vardır.
26 Mayıs 2013 Pazar
19 Mayıs 2013 Pazar
Dog Soldiers
Dog Soldiers/ Köpek Askerler (Neil Marshall) 4
Marshall’ın derdi kimi korku/ gerilimlerdeki gibi, korku unsurunu belli süre göstermeyerek, izleyiciyi bu noktaya kadar diken üstünde tutmak değil. Zira filmin adından da, afişinden de izleyiciler neyle karşılaşacağını daha başından biliyorlar. Belki de sırf bu yüzden Marshall gerilim yaratmada bu kadar maharetli biri. Bize olacakları peşinen söyleyip, bütün yatırımını filmin yönetmenliğine harcıyor. Bir grup asker arasında geçmesi, karakterlerin kapana kısılması ve baş rolün kurtulmasına rağmen aslında kurtulmaması gibi nedenlerle Carpenter’ın “The Thing”ini hatırlatan film, senaryosuyla da hayli sağlam iş çıkarıyor. Demek ki sonraki başyapıtı “The Descent” tesadüf değilmiş.
Marshall’ın derdi kimi korku/ gerilimlerdeki gibi, korku unsurunu belli süre göstermeyerek, izleyiciyi bu noktaya kadar diken üstünde tutmak değil. Zira filmin adından da, afişinden de izleyiciler neyle karşılaşacağını daha başından biliyorlar. Belki de sırf bu yüzden Marshall gerilim yaratmada bu kadar maharetli biri. Bize olacakları peşinen söyleyip, bütün yatırımını filmin yönetmenliğine harcıyor. Bir grup asker arasında geçmesi, karakterlerin kapana kısılması ve baş rolün kurtulmasına rağmen aslında kurtulmaması gibi nedenlerle Carpenter’ın “The Thing”ini hatırlatan film, senaryosuyla da hayli sağlam iş çıkarıyor. Demek ki sonraki başyapıtı “The Descent” tesadüf değilmiş.
Splinter
Splinter/ Kıymık (Toby Wilkins) 3
Nereden geldiği belli olmayan ve ona buna bulaşarak hayatta kalan yaratık fikri korku/ gerilimin yegane türlerinden… Splinter türe yeni bir şey ekleme derdinde değil; tuhaf oyunlara, izleyiciyi şaşırtacak virajlara bir gram olsun girmemesinden belli… Senaryosuna eklediği en işe yarar nokta, “öyleymiş” gibi görünen karakterlerin film ilerledikçe “öyle olmadığını” bize göstermesi. Yaratıklarının ilgi çekiciliğine yatırım yapmışlar gibi duran halleriyse olsa olsa komik. Her şeye rağmen eli yüzü düzgün bir film olduğu da ortada. Ama ben böyle eli yüzü düzgün vasat filmlerden ziyade, son derece uçuk ama kötü olan filmleri daha çok seviyorum.
Nereden geldiği belli olmayan ve ona buna bulaşarak hayatta kalan yaratık fikri korku/ gerilimin yegane türlerinden… Splinter türe yeni bir şey ekleme derdinde değil; tuhaf oyunlara, izleyiciyi şaşırtacak virajlara bir gram olsun girmemesinden belli… Senaryosuna eklediği en işe yarar nokta, “öyleymiş” gibi görünen karakterlerin film ilerledikçe “öyle olmadığını” bize göstermesi. Yaratıklarının ilgi çekiciliğine yatırım yapmışlar gibi duran halleriyse olsa olsa komik. Her şeye rağmen eli yüzü düzgün bir film olduğu da ortada. Ama ben böyle eli yüzü düzgün vasat filmlerden ziyade, son derece uçuk ama kötü olan filmleri daha çok seviyorum.
Karadedeler Olayı
Karadedeler Olayı (Erdoğan Bağbakan) 2,5
Bizdeki korku sinemasının çektiklerini dünyada kimse çekmiyordur herhalde. Batı sinemasından pratik olarak etkilenmek hayli mantıklıyken işin teori tarafına kendi kültürümüzden yatırım yapmamak açıkçası büyük ahmaklık. Hasan Karacadağ adeta işin bu kısmını Türkiye’de tek başına sırtlamış götürüyor. Bu film hiç olmazsa kültürümüzde nereye gitsek duyduğumuz ve hepimizin aşina olduğu bir hikayeyi/ cin hikayelerini, eskimiş bir teknikle ve son derece başarısız bir şekilde de olsa, gayet korkutucu bir şekilde anlatmayı başarıyor. Hemen herkesin dilinde olması, gerçekliğinin araştırılması ve tartışmalara konu olmasıyla bile başarılı bir proje olduğunu kanıtlıyor bence film. İlerde iyi filmler de çekilecek, panik yapmaya gerek yok; ama böyle “kötü” olan iyi filmler bu yolu açıyorlar. Çok gerçekçi olup filmi yerden yere vuranlar haklılar belki ama sadece haklılar.
Bizdeki korku sinemasının çektiklerini dünyada kimse çekmiyordur herhalde. Batı sinemasından pratik olarak etkilenmek hayli mantıklıyken işin teori tarafına kendi kültürümüzden yatırım yapmamak açıkçası büyük ahmaklık. Hasan Karacadağ adeta işin bu kısmını Türkiye’de tek başına sırtlamış götürüyor. Bu film hiç olmazsa kültürümüzde nereye gitsek duyduğumuz ve hepimizin aşina olduğu bir hikayeyi/ cin hikayelerini, eskimiş bir teknikle ve son derece başarısız bir şekilde de olsa, gayet korkutucu bir şekilde anlatmayı başarıyor. Hemen herkesin dilinde olması, gerçekliğinin araştırılması ve tartışmalara konu olmasıyla bile başarılı bir proje olduğunu kanıtlıyor bence film. İlerde iyi filmler de çekilecek, panik yapmaya gerek yok; ama böyle “kötü” olan iyi filmler bu yolu açıyorlar. Çok gerçekçi olup filmi yerden yere vuranlar haklılar belki ama sadece haklılar.
8 Mayıs 2013 Çarşamba
Moral Bozukluğu ve 31
Moral Bozukluğu ve 31 (Yorgancıoğlu, Uyanık, Kılıç) 3
Bu film neden önemli? Birincisi başka bir kültür ve zihniyete atıfta bulunduğu için. İkincisi, Türkiye’de pek olmayan bir mizah anlayışına sahip olduğu için. Üçüncüsü, yenilikçi ve kendinin farkında olduğu için. Vermek istediği mesaj, bunu kullanma biçimi ve hikâyesinin hiç de zorlama olmamasıyla; bu kuşak için çok önemli ve hayırlı bir iş çıkarmış ekip. Türkiye’de bu cesarete sahip yaratıcı beyinlerin artmasına vesile olur diye düşünüyorum. Filmde geçen o meşhur replikte olduğu gibi: “Artık bir şeylerin değişmesi lazım.” Ekşi’de bazılarının Roger Ebert kesilip filmi Jurassic Park’mış gibi ciddi ciddi eleştirdiğini gördüm. Bu filme “ciddi” yaklaştığınız an komik duruma düşülüyor. Eğlenmek denilen şeyden bu kadar habersiz bir kesime rastlamak da keyifli…
Bu film neden önemli? Birincisi başka bir kültür ve zihniyete atıfta bulunduğu için. İkincisi, Türkiye’de pek olmayan bir mizah anlayışına sahip olduğu için. Üçüncüsü, yenilikçi ve kendinin farkında olduğu için. Vermek istediği mesaj, bunu kullanma biçimi ve hikâyesinin hiç de zorlama olmamasıyla; bu kuşak için çok önemli ve hayırlı bir iş çıkarmış ekip. Türkiye’de bu cesarete sahip yaratıcı beyinlerin artmasına vesile olur diye düşünüyorum. Filmde geçen o meşhur replikte olduğu gibi: “Artık bir şeylerin değişmesi lazım.” Ekşi’de bazılarının Roger Ebert kesilip filmi Jurassic Park’mış gibi ciddi ciddi eleştirdiğini gördüm. Bu filme “ciddi” yaklaştığınız an komik duruma düşülüyor. Eğlenmek denilen şeyden bu kadar habersiz bir kesime rastlamak da keyifli…
God Bless America
God Bless America (Bobcat Goldhwait) 2
Filmin ortalarında bir yerde, adamla çocuk hayattaki nefret ettikleri yığınla şeyi sayarken, içimizde filmin boyut değiştireceğine dair bir umut beliriyor. Oysa oralara zerre girmek istemiyor Goldhwait. Onun derdi, toplumun kokuştuğu, bir çok değerin kaybolduğu ve insanların artık birbirine yabancılaştığı bu (Amerikan) toplumu eleştirmek. Bu tek yönlü ve kategorik eleştirinin varacağı nokta ise kabaca cahillik ve muhafazakârlık oluyor. Filmin mesajına katılsanız bile bu böyle. Goldhwait’in en büyük hatası, hikayesinin derinlik barındırmaması ve kolaya kaçması. Ders alması gereken ve denediğini mükemmelen gerçekleştirmiş iki filmse şunlar: “Natural Born Killers” ve “Dogville.”
Filmin ortalarında bir yerde, adamla çocuk hayattaki nefret ettikleri yığınla şeyi sayarken, içimizde filmin boyut değiştireceğine dair bir umut beliriyor. Oysa oralara zerre girmek istemiyor Goldhwait. Onun derdi, toplumun kokuştuğu, bir çok değerin kaybolduğu ve insanların artık birbirine yabancılaştığı bu (Amerikan) toplumu eleştirmek. Bu tek yönlü ve kategorik eleştirinin varacağı nokta ise kabaca cahillik ve muhafazakârlık oluyor. Filmin mesajına katılsanız bile bu böyle. Goldhwait’in en büyük hatası, hikayesinin derinlik barındırmaması ve kolaya kaçması. Ders alması gereken ve denediğini mükemmelen gerçekleştirmiş iki filmse şunlar: “Natural Born Killers” ve “Dogville.”
Celal ile Ceren
Celal ile Ceren (Togan Gökbakar) 2,5
Kim ne derse desin, Şahan kardeşlerin en iyi filmi bu. Recep İvedikler kendini sürekli tekrar ettiğinden ve doğru düzgün bir konu etrafında dolanamadığından izleyiciyi acayip sıkıyordu, “Celal ile Ceren” ise belli bir temaya sarılıp oradan gitmeyi kendine dert ediniyor; ama bu konuda o kadar gönülsüz ve durduk yere şaka yapmaya o kadar iştahlı ki, o tema etrafında dolaşırken her şeyi kırıp döküyor, bu kırıp dökmelerde ise kendi kendine çocuk gibi eğleniyor. Dolayısıyla Şahanlar’ın formülü çok açık: o tali yollara, ne kadar isterlerse istesinler girmeyecekler, kendilerini tutacaklar. Komik olmalarında hiç sorun yok, çok komikler; ama iyi film yapmak için “sevdiklerinizi öldürün” mottosu hala geçerli.
Kim ne derse desin, Şahan kardeşlerin en iyi filmi bu. Recep İvedikler kendini sürekli tekrar ettiğinden ve doğru düzgün bir konu etrafında dolanamadığından izleyiciyi acayip sıkıyordu, “Celal ile Ceren” ise belli bir temaya sarılıp oradan gitmeyi kendine dert ediniyor; ama bu konuda o kadar gönülsüz ve durduk yere şaka yapmaya o kadar iştahlı ki, o tema etrafında dolaşırken her şeyi kırıp döküyor, bu kırıp dökmelerde ise kendi kendine çocuk gibi eğleniyor. Dolayısıyla Şahanlar’ın formülü çok açık: o tali yollara, ne kadar isterlerse istesinler girmeyecekler, kendilerini tutacaklar. Komik olmalarında hiç sorun yok, çok komikler; ama iyi film yapmak için “sevdiklerinizi öldürün” mottosu hala geçerli.
Orgazmo
Orgazmo (Trey Parker) 2
“Orgazmo”, bizim sinemamızda Cem Yılmaz ve Şahan Gökbakar’ın filmlerinin dertlerinin aynısını taşıyor. Trey Parker’ın “dinine bağlı bir Mormon porno yıldızı olursa ne olur?” diyerek yola çıktığı ve bu fikirden etkilendiği belli. Yer yer küçük skeçler halinde izlendiğinde, komik olan bir sürü sahnesi de mevcut elbette; gel gelelim, filmin “oldubitti” havası, özensizliği, bütünlükten yoksunluğu filan bir türlü aşılamayan en büyük sorunlardan… Geneline baktığımızda hiç eğlendirmediği gibi bir noktadan sonra genişleyemediği için sıkıcılaşmaya başlıyor. Parker da sanki bile isteye B sınıfı film çekmek istemiş gibi duruyor… B sınıfı belki ama iyi bir B sınıfı değil.
“Orgazmo”, bizim sinemamızda Cem Yılmaz ve Şahan Gökbakar’ın filmlerinin dertlerinin aynısını taşıyor. Trey Parker’ın “dinine bağlı bir Mormon porno yıldızı olursa ne olur?” diyerek yola çıktığı ve bu fikirden etkilendiği belli. Yer yer küçük skeçler halinde izlendiğinde, komik olan bir sürü sahnesi de mevcut elbette; gel gelelim, filmin “oldubitti” havası, özensizliği, bütünlükten yoksunluğu filan bir türlü aşılamayan en büyük sorunlardan… Geneline baktığımızda hiç eğlendirmediği gibi bir noktadan sonra genişleyemediği için sıkıcılaşmaya başlıyor. Parker da sanki bile isteye B sınıfı film çekmek istemiş gibi duruyor… B sınıfı belki ama iyi bir B sınıfı değil.
6 Mayıs 2013 Pazartesi
Eternal Sunshine of Spotless Mind
Eternal Sunshine of Spotless Mind/ Sil Baştan (Michael Gondry) 5
“Aşk nedir?” sorusuna bu kadar iyi bir cevap verildiğinde tüm sinema camiası şoke olmuştu. Çünkü “Eternal Sunshine” aşkı hem bir doktorun soğukkanlılığıyla madde madde anlatan, hem de o soğukkanlılığın içine çok net bir duygusallık koymayı başaran bir film. Gondry’nin bu senaryoyu bu kadar ‘içerden’ anlayabilmesi filmin başyapıt olmasını sağladı. Filmin uzam ve zaman arasındaki geçişleri bunun en mükemmel göstergesidir. Tersine lineer ilerlemesine rağmen, bağlantı noktalarının duygusallıkla sağlanması; ana karakterlerin yanında, yan karakterlerin de bir o kadar ön plana çıkması ve ana metne hizmet etmesi gibi daha sayabileceğimiz yığınla nedenlerden dolayı, modern zamanların en iyi filmlerinden biri olmayı başardı bu film. Kusur bulmaya çalışsanız, büyük ihtimalle bulamazsınız; o derece!
“Aşk nedir?” sorusuna bu kadar iyi bir cevap verildiğinde tüm sinema camiası şoke olmuştu. Çünkü “Eternal Sunshine” aşkı hem bir doktorun soğukkanlılığıyla madde madde anlatan, hem de o soğukkanlılığın içine çok net bir duygusallık koymayı başaran bir film. Gondry’nin bu senaryoyu bu kadar ‘içerden’ anlayabilmesi filmin başyapıt olmasını sağladı. Filmin uzam ve zaman arasındaki geçişleri bunun en mükemmel göstergesidir. Tersine lineer ilerlemesine rağmen, bağlantı noktalarının duygusallıkla sağlanması; ana karakterlerin yanında, yan karakterlerin de bir o kadar ön plana çıkması ve ana metne hizmet etmesi gibi daha sayabileceğimiz yığınla nedenlerden dolayı, modern zamanların en iyi filmlerinden biri olmayı başardı bu film. Kusur bulmaya çalışsanız, büyük ihtimalle bulamazsınız; o derece!
Los cronocrimenes
Los cronocrimenes (Nacho Vigalondo) 3,5
Zaman kurgusuyla ilgili filmler arasında Vigalondo’nun filminin haklı bir ünü var. Bir Amerikalı çekse, işin içine aksiyon koymadan edemezdi herhalde ama bir İspanyol’un kafası hiç öyle çalışmıyor belli ki. Hep merak unsuru taşıyor, esrarengizliğiyle izleyicisini kendine bağlamayı başarıyor, ama bir taraftan da sessiz sessiz, olabildiğince durağan akıp gidiyor film. Başrol oyuncusu Karra Elajelde de bunun bilinciyle, son derece “sakin” bir performans sergiliyor. Zaman ve gelecek kurgulu filmler arasında, Los Cronocrimenes’nin, yarattığı bu durağan gerilimle ayrı bir yere sahip olduğunu söylemek mümkün.
Zaman kurgusuyla ilgili filmler arasında Vigalondo’nun filminin haklı bir ünü var. Bir Amerikalı çekse, işin içine aksiyon koymadan edemezdi herhalde ama bir İspanyol’un kafası hiç öyle çalışmıyor belli ki. Hep merak unsuru taşıyor, esrarengizliğiyle izleyicisini kendine bağlamayı başarıyor, ama bir taraftan da sessiz sessiz, olabildiğince durağan akıp gidiyor film. Başrol oyuncusu Karra Elajelde de bunun bilinciyle, son derece “sakin” bir performans sergiliyor. Zaman ve gelecek kurgulu filmler arasında, Los Cronocrimenes’nin, yarattığı bu durağan gerilimle ayrı bir yere sahip olduğunu söylemek mümkün.
A l’avanture
A l’avanture (Jean Claude Brisseau) 2
Brisseau’yu “Secret Things”ten biliyorum, ki Kıssadan Hisse’ye filmi öve öve bitirmediğim bir ileti koymuşluğum da var. Ama büyük ihtimalle o film de çok iyi bir film değildi, bu filmi izleyince fark ettim. Fransızlar’da bir şeylere ilgi duyunca onu sebepsiz yere sömürme gibi bir huy var. Belki derin derin düşünüyorlar bu konu hakkında ama iş sinemaya gelince bunun yansıması hiçbir halta yaramıyor. Bu filmde de yine kadın cinselliği, fantezinin peşinden koşma ve gerçekliği arama gibi temalar mevcut, fakat sadece mevcut. Hiçbir sinema yapısının içinde yer almıyorlar ve öylece salınıyorlar. Catherine Breillat filmlerini anımsatan bu durum hiç de hayra alamet değil bu yüzden. Yine de Brisseau filmlerini izlemek keyifli, onu da belirtmek lazım.
Brisseau’yu “Secret Things”ten biliyorum, ki Kıssadan Hisse’ye filmi öve öve bitirmediğim bir ileti koymuşluğum da var. Ama büyük ihtimalle o film de çok iyi bir film değildi, bu filmi izleyince fark ettim. Fransızlar’da bir şeylere ilgi duyunca onu sebepsiz yere sömürme gibi bir huy var. Belki derin derin düşünüyorlar bu konu hakkında ama iş sinemaya gelince bunun yansıması hiçbir halta yaramıyor. Bu filmde de yine kadın cinselliği, fantezinin peşinden koşma ve gerçekliği arama gibi temalar mevcut, fakat sadece mevcut. Hiçbir sinema yapısının içinde yer almıyorlar ve öylece salınıyorlar. Catherine Breillat filmlerini anımsatan bu durum hiç de hayra alamet değil bu yüzden. Yine de Brisseau filmlerini izlemek keyifli, onu da belirtmek lazım.
Saw serisi
Saw (James Wan) 3
Saw II (Darren L. Bousman) 2,5
Saw III (Darren Lynn Bousman) 3
Saw IV (Darren Lynn Bousman) 2
Aslında Saw serisi için de her zamanki söylemin geçerli olduğunu söyleyebiliriz. “İlk film çok iyiydi, sonrası fena değildi, sonra temelli saçmaladılar.” İlk filmin böyle bir seriye gebe olma potansiyelini düşününce bile, başarısını görmezden gelmemek lazım. Ama bana kalırsa ikinci film üçüncü filmden daha kötü. Üçüncünün, serinin ilk filmine gidiş gelişleri ve o filmle birlikte sağladığı dinamizm hiç fena değil. Dördüncü filmden sonra Saw serisinin kendi kendini bitirmeye başladığını görüyorsunuz. İnandırıcılık o kadar zorlanıyor ki, bir müddet sonra tüm olanlara “film abi, eğlenmene bak” diyemiyorsunuz. Sonuçta biz de iyi kötü rasyonel varlıklarız, aşırı saçmalanınca bünyemiz kabul etmiyor.
Saw II (Darren L. Bousman) 2,5
Saw III (Darren Lynn Bousman) 3
Saw IV (Darren Lynn Bousman) 2
Aslında Saw serisi için de her zamanki söylemin geçerli olduğunu söyleyebiliriz. “İlk film çok iyiydi, sonrası fena değildi, sonra temelli saçmaladılar.” İlk filmin böyle bir seriye gebe olma potansiyelini düşününce bile, başarısını görmezden gelmemek lazım. Ama bana kalırsa ikinci film üçüncü filmden daha kötü. Üçüncünün, serinin ilk filmine gidiş gelişleri ve o filmle birlikte sağladığı dinamizm hiç fena değil. Dördüncü filmden sonra Saw serisinin kendi kendini bitirmeye başladığını görüyorsunuz. İnandırıcılık o kadar zorlanıyor ki, bir müddet sonra tüm olanlara “film abi, eğlenmene bak” diyemiyorsunuz. Sonuçta biz de iyi kötü rasyonel varlıklarız, aşırı saçmalanınca bünyemiz kabul etmiyor.
Twilight Serisi

Twilight: New Moon (Chris Weitz) 2,5
Twilight: Eclipse (David Slade) 2
Twilight: Breaking Down 1 (Bill Condon) 1,5
Twilight: Breaking Down 2 (Bill Condon) 1,5
Twilight serisiyle ilgili, seriyi izlemeye midesi yetmiş kişilerden ortak bir görüşe ulaştım: İlk iki filmin fena olmadığını, ama sonraki üç filmin, hele son ikisinin berbat olduğunu söylüyorlar. Çocuklara hitap etmektense, ergenlere hitap etmesi nedeniyle, izlerken yer yer “ne yapıyorum lan ben?” hissi uyandırsa da, galiba ben de bu yoruma katılıyorum. İlk filmlerin iyi olması elbette başlangıcı anlatması nedeniyle hem basit hem de tutarlı bir yapı içermesinden. Oysa sonra, serinin yaratıcıları senaryonun temel dinamiklerinden o kadar kopuyor ve filmleri öyle korkunç basitlikte şablonlara hapsediyorlar ki, biz izleyiciler kendimizi adeta aptal yerine konulmuş hissediyoruz. Twilight serisi için kısaca, ergenlerin fantezilerini anlatan, kimsenin ölmediği, yaralanmadığı, herkesin mutlu olduğu bir masal demek mümkün.