Husbands and Wives (Woody Allen) 3
Woody Allen’ın kamerası film boyunca hiç rahat durmuyor. Kıpır kıpır, dinamik, bir orada bir burada, son derece ‘geveze’ bir kamera bu… Film de hiç durmuyor. Sürekli bir aksiyon mevcut. Karakterler de hiç durmuyor. Kadını erkeği, fark etmeden sürekli konuşuyorlar. Allen, bu hengame arasında basit bir ana fikir söyleyip (“evlilik dediğin elbet bir gün duvara toslar”) kaçak güreşmeyecek kadar zeki biri, ama tam da zekasına kurban giden bir dahi kendisi. Hikayeler arasında akıcı şekilde gidip gelmek, kadın-erkek ilişkilerine klişeye düşmeksizin (hele kendinden intihal yapmadan) taze bir bakış atabilmek o kadar zor ve maharetli işler ki… Allen burada da –yine kendini çarmıha gerip- yapmayı başarıyor bunu, ama her zamanki haliyle; yani kırıp dökerek…
Film eleştirilerinin bulunduğu bir blog'tur. Her filmin yanında 5 üzerinden yıldız vardır.
25 Kasım 2012 Pazar
Elephant
Elephant/ Fil (Gus van Sant) 2
Şimdi bakın, Umut Sarıkaya esprisini yapıyor diye gülüp geçiyoruz ama baya doğruyu söylüyor adam. Kimse kusura bakmasın, film boyunca üç beş tane çocuğun arkasından bütün okulu gezmek, arada bir bulutları çekmek, namlunun göründüğü ve insanların öldüğü bilgisayar oyunu görüntülerinin üzerine Beethoven koymak filan, açık açık entellikten başka bir şey değil. Bir an aklıma Lars von Trier’ın “dur, sanat filmi çekeyim yalandan da, eleştirmenler sevsin” deyip böyle bir filmi bilerek çekebileceği geldi. Gus van Sant'ın problemi ise bunu gerçekten yapabileceğine inanmış olması. Gerçi bu kadar çok seveni olunca başarılı olmadığını söyleyemeyiz, ama bu kadar da -mış gibi yapan film görmedim. Başka kapıya, burada entellere yer yok.
Şimdi bakın, Umut Sarıkaya esprisini yapıyor diye gülüp geçiyoruz ama baya doğruyu söylüyor adam. Kimse kusura bakmasın, film boyunca üç beş tane çocuğun arkasından bütün okulu gezmek, arada bir bulutları çekmek, namlunun göründüğü ve insanların öldüğü bilgisayar oyunu görüntülerinin üzerine Beethoven koymak filan, açık açık entellikten başka bir şey değil. Bir an aklıma Lars von Trier’ın “dur, sanat filmi çekeyim yalandan da, eleştirmenler sevsin” deyip böyle bir filmi bilerek çekebileceği geldi. Gus van Sant'ın problemi ise bunu gerçekten yapabileceğine inanmış olması. Gerçi bu kadar çok seveni olunca başarılı olmadığını söyleyemeyiz, ama bu kadar da -mış gibi yapan film görmedim. Başka kapıya, burada entellere yer yok.
Lucia and Sex
Lucia and Sex (Julio Medem) 2,5
Julio Medem, kurgudan ziyade görsellikten daha çok anlayan ve hislerini bu şekilde daha iyi anlatan bir yönetmen. Kadın vücudu, olağanüstü güzellikteki sahiller, dolunay ve seks. Sanki geliyor, senaryosunu başından bu anahtar kelimelerin içine yedirmeye çalışıyor. Caotica Ana’daki o episodlara ayrılmış sahneler, kendi başlarına ne kadar güzel ve anlamlıysa ama bütünden pek de bir cacık çıkmıyorsa; aynı şeyi Lucia'da da görmek ve hissetmek mümkün. Bir de kişisel bir itiraz belki ama şu yazarların dünyasına girmek, onların dünyasında kaybolmak filan bana çok da samimi gelmiyor. Hele bu filmdeki yazar karakterinin bir gram inandırıcılığı yoksa… Medem’den güzel görüntülerle dolu, bulamaç gibi bir film.
Julio Medem, kurgudan ziyade görsellikten daha çok anlayan ve hislerini bu şekilde daha iyi anlatan bir yönetmen. Kadın vücudu, olağanüstü güzellikteki sahiller, dolunay ve seks. Sanki geliyor, senaryosunu başından bu anahtar kelimelerin içine yedirmeye çalışıyor. Caotica Ana’daki o episodlara ayrılmış sahneler, kendi başlarına ne kadar güzel ve anlamlıysa ama bütünden pek de bir cacık çıkmıyorsa; aynı şeyi Lucia'da da görmek ve hissetmek mümkün. Bir de kişisel bir itiraz belki ama şu yazarların dünyasına girmek, onların dünyasında kaybolmak filan bana çok da samimi gelmiyor. Hele bu filmdeki yazar karakterinin bir gram inandırıcılığı yoksa… Medem’den güzel görüntülerle dolu, bulamaç gibi bir film.
Perfect Sense
Perfect Sense (David Mackenzie) 3
“Dünyanın sonu” temasına sahipmiş gibi yapan ama dünyaya hiçbir şeyin olmadığı bir film bu. Şöyle özetlemem mümkün: dünyaya giren çıkan yok, ne oluyorsa insana oluyor! İnsanın beş duyu organının teker teker, görünen bir sebep olmaksızın kaybolması ve içine düşülen bu esrarengiz kaosun kabullenişinin aşk üzerinden yapılması, filmi, farklı bir şeyler anlatıyormuş gibi yapıp aynı şeyi anlatan filmler kategorisine sokuyor. İzlemesi (bir an düşündürttükleriyle) hayli eğlenceli ve bence herkesin burun kıvırdığı ve elbette yerden yere vurduğu Türkçe çevirisi (Yeryüzündeki Son Aşk) filmin derdini gayet iyi anlatıyor. Üzerine sofistike bir şeyler koymaya çalışanlara sesleniyorum: Eva Green’in vücuduna baksınlar, ne dediğimi anlayacaklar.
“Dünyanın sonu” temasına sahipmiş gibi yapan ama dünyaya hiçbir şeyin olmadığı bir film bu. Şöyle özetlemem mümkün: dünyaya giren çıkan yok, ne oluyorsa insana oluyor! İnsanın beş duyu organının teker teker, görünen bir sebep olmaksızın kaybolması ve içine düşülen bu esrarengiz kaosun kabullenişinin aşk üzerinden yapılması, filmi, farklı bir şeyler anlatıyormuş gibi yapıp aynı şeyi anlatan filmler kategorisine sokuyor. İzlemesi (bir an düşündürttükleriyle) hayli eğlenceli ve bence herkesin burun kıvırdığı ve elbette yerden yere vurduğu Türkçe çevirisi (Yeryüzündeki Son Aşk) filmin derdini gayet iyi anlatıyor. Üzerine sofistike bir şeyler koymaya çalışanlara sesleniyorum: Eva Green’in vücuduna baksınlar, ne dediğimi anlayacaklar.
Take This Waltz
Take This Waltz (Sarah Polley) 2,5
Polley’nin derdini ve anlatmaya çalıştığı şeyi çok iyi anlıyorum ve bu konuda kendisinin yanındayım, ama ‘elbet bir gün ilişkiler biter’ veya ‘yeni olan elbet eskir’ mesajı vermek için bu kadar kaba saba bir metin yazmak birazcık amatörce değil mi? Derdini, daha filmin başındaki saçma duş sahnesinde, bir kadın karakterin ağzından bizzat veren; lunapark bölümlerinde bunu kısa film derecesinde başarıyla yansıtan; yetmedi, her şey artık nihayete erdiğinde bir de ana fikri yine bir karakterinin ağzından vermeyi tercih eden Polley, ya çok zor bir şey anlattığına inanıyor ya da bizi aptal sanıyor. Filmin omurgasını çok kaba bir ikililik üzerine kurmak (akıl almaz sıkıcı koca ve yakışıklı tuhaf adam) zaten başlı başına faul, bir de bunu taçlandırmak! Filmin en iyi sahnesi, arzulanan ama ulaşıldığında biteceğini bildiğimiz fantezimizi çok iyi özetleyen havuz sahnesi (elin bileğe dokunduğunda sıkıcı gerçekliğe dönüş). Bu sahne filmden daha iyi.
Polley’nin derdini ve anlatmaya çalıştığı şeyi çok iyi anlıyorum ve bu konuda kendisinin yanındayım, ama ‘elbet bir gün ilişkiler biter’ veya ‘yeni olan elbet eskir’ mesajı vermek için bu kadar kaba saba bir metin yazmak birazcık amatörce değil mi? Derdini, daha filmin başındaki saçma duş sahnesinde, bir kadın karakterin ağzından bizzat veren; lunapark bölümlerinde bunu kısa film derecesinde başarıyla yansıtan; yetmedi, her şey artık nihayete erdiğinde bir de ana fikri yine bir karakterinin ağzından vermeyi tercih eden Polley, ya çok zor bir şey anlattığına inanıyor ya da bizi aptal sanıyor. Filmin omurgasını çok kaba bir ikililik üzerine kurmak (akıl almaz sıkıcı koca ve yakışıklı tuhaf adam) zaten başlı başına faul, bir de bunu taçlandırmak! Filmin en iyi sahnesi, arzulanan ama ulaşıldığında biteceğini bildiğimiz fantezimizi çok iyi özetleyen havuz sahnesi (elin bileğe dokunduğunda sıkıcı gerçekliğe dönüş). Bu sahne filmden daha iyi.
A Man and A Woman
A Man and A Woman (Claude Lelouch) 4
Filmde ilk kez, adamın test sürüşü yaptığı sahnenin birden bire ve üstüne on dakikaya yakın göründüğü anlar, bu aşk hikayesinin ne kadar orijinal olacağını başından muştuluyor. Bir kere çiftin ikisi de dul, aynı okula giden çocukları sayesinde tanışıyorlar. Tanışma anları, yemek sahnesi filan, akıl almaz bir gerçeklik ve gerçeküstücülük barındırıyor (minicik olan, erkeğin kadına dokunmak istediği sahnenin bu kadar meşhur olması bundan). Siyah beyaz görüntülere, iç seslere, güzel müziklere ve hayatı onayan 'gerçekçi’ bir senaryoya sahip; senaryosundaki nüansların, izleyiciyi ters köşeye yatıran fevkalade iniş çıkışların enfes kurgulandığı, şaşırtıcı bir aşk filmi. Güzel bir tecrübe olduğu kesin.
Filmde ilk kez, adamın test sürüşü yaptığı sahnenin birden bire ve üstüne on dakikaya yakın göründüğü anlar, bu aşk hikayesinin ne kadar orijinal olacağını başından muştuluyor. Bir kere çiftin ikisi de dul, aynı okula giden çocukları sayesinde tanışıyorlar. Tanışma anları, yemek sahnesi filan, akıl almaz bir gerçeklik ve gerçeküstücülük barındırıyor (minicik olan, erkeğin kadına dokunmak istediği sahnenin bu kadar meşhur olması bundan). Siyah beyaz görüntülere, iç seslere, güzel müziklere ve hayatı onayan 'gerçekçi’ bir senaryoya sahip; senaryosundaki nüansların, izleyiciyi ters köşeye yatıran fevkalade iniş çıkışların enfes kurgulandığı, şaşırtıcı bir aşk filmi. Güzel bir tecrübe olduğu kesin.
Jerry Maguire
Jerry Maguire (Cameron Crowe) 2,5
Hemen Cameron Crowe’un en sevdiğim ve filmlerini en merakla beklediğim yönetmenlerden biri olduğunu söyleyerek başlayayım. En sevilen ve kendini bir anda popüler hale getiren bu filmini ise bir Crowe hayranı olarak beğendiğimi söyleyemem. En salak nedenim, ısrarla Tom Cruise’den nefret etmem. İkincisi, aforizmalara boğulmasına rağmen son derece sıkıcı ve klişe bir hikaye anlatması. Ve elbette, filme çok zarar verdiğini düşündüğüm gereksiz uzunluğu. Sanırım filmin başkaları için en olumlu olan tarafı, Esaretin Bedeli tarzı, yediden yetmişe herkese hitap etmeyi başaran tüm arketiplerin (şirin çocuk, evhamlı abla, güzel kadın vb.) mevcut olması ve bir başarı hikayesi anlatarak olağanüstü katarsis yaşatması... “Crowe zaten bunu yıllardır yapıyor” diyeceksiniz, siz de haklısınız.
Hemen Cameron Crowe’un en sevdiğim ve filmlerini en merakla beklediğim yönetmenlerden biri olduğunu söyleyerek başlayayım. En sevilen ve kendini bir anda popüler hale getiren bu filmini ise bir Crowe hayranı olarak beğendiğimi söyleyemem. En salak nedenim, ısrarla Tom Cruise’den nefret etmem. İkincisi, aforizmalara boğulmasına rağmen son derece sıkıcı ve klişe bir hikaye anlatması. Ve elbette, filme çok zarar verdiğini düşündüğüm gereksiz uzunluğu. Sanırım filmin başkaları için en olumlu olan tarafı, Esaretin Bedeli tarzı, yediden yetmişe herkese hitap etmeyi başaran tüm arketiplerin (şirin çocuk, evhamlı abla, güzel kadın vb.) mevcut olması ve bir başarı hikayesi anlatarak olağanüstü katarsis yaşatması... “Crowe zaten bunu yıllardır yapıyor” diyeceksiniz, siz de haklısınız.
They Live
They Live (John Carpenter) 3,5
Carpenter ‘en iyi bilimkurgu’ listelerine girmek için daha ne yapmalıydı acaba? Zamanının ötesinde, çok amatörce ve çocuksu bir kör gözüm parmak havasıyla çekilmesine rağmen, oldukça başarılı bir film They Live. Gerçekliğin muazzam şekilde siyah beyaz, yani oldukça sıkıcı olarak anlatıldığı, gözlükleri çok takınca baş ağrısı yapması ve illüzyona ihtiyaç duyulması gibi akıllıca düşünülmüş fikirlerin olduğu, havada uçan uzay araçlarının bulunduğu ve Dövüş Kulübü’nün habercisi süper dövüş sahnesiyle beni benden alan bu Carpenter gösterisini acilen izlemenizi tavsiye ediyorum. Ben bayıldım.
Carpenter ‘en iyi bilimkurgu’ listelerine girmek için daha ne yapmalıydı acaba? Zamanının ötesinde, çok amatörce ve çocuksu bir kör gözüm parmak havasıyla çekilmesine rağmen, oldukça başarılı bir film They Live. Gerçekliğin muazzam şekilde siyah beyaz, yani oldukça sıkıcı olarak anlatıldığı, gözlükleri çok takınca baş ağrısı yapması ve illüzyona ihtiyaç duyulması gibi akıllıca düşünülmüş fikirlerin olduğu, havada uçan uzay araçlarının bulunduğu ve Dövüş Kulübü’nün habercisi süper dövüş sahnesiyle beni benden alan bu Carpenter gösterisini acilen izlemenizi tavsiye ediyorum. Ben bayıldım.
12 Kasım 2012 Pazartesi
Drive
Drive (Nicolas Winding Refn)=4,5
Drive, gösterdiği hiçbir şeyi olmamaya and içerek adeta nasıl iyi film çekilebileceğini kanıtlamaya kararlı bir yönetmenin beyninin ürünü gibi... Arabalardan ve araba sürmekten deli gibi zevk alan bir adamın bol araba takipli aksiyon filmi mi? Değil. Yalnız ve mutsuz kadının hayatına girip o hayatı renklendirecek bir adamın varlığına muhtaç bir aşk filmi mi? Değil. Tüm bunları, film noir'la, suç filmiyle, bir de hiç de 'öyle' görünmeyen bir süper kahramanla birleştirmek gerçekten akıl karı değil. Refn'in eşeğini sağlam kazığa bağladığının en büyük kanıtı kurduğu enfes stilistik dünya ve bu dünyanın buz gibi gerçekliği... Drive, mutsuz biten ve buz gibi gerçeklikten oluşan bir masal. Yenik ve hüzünlü bir süper kahraman masalı...
Drive, gösterdiği hiçbir şeyi olmamaya and içerek adeta nasıl iyi film çekilebileceğini kanıtlamaya kararlı bir yönetmenin beyninin ürünü gibi... Arabalardan ve araba sürmekten deli gibi zevk alan bir adamın bol araba takipli aksiyon filmi mi? Değil. Yalnız ve mutsuz kadının hayatına girip o hayatı renklendirecek bir adamın varlığına muhtaç bir aşk filmi mi? Değil. Tüm bunları, film noir'la, suç filmiyle, bir de hiç de 'öyle' görünmeyen bir süper kahramanla birleştirmek gerçekten akıl karı değil. Refn'in eşeğini sağlam kazığa bağladığının en büyük kanıtı kurduğu enfes stilistik dünya ve bu dünyanın buz gibi gerçekliği... Drive, mutsuz biten ve buz gibi gerçeklikten oluşan bir masal. Yenik ve hüzünlü bir süper kahraman masalı...
Bir Avuç Deniz
Bir Avuç Deniz (Leyla Yılmaz)=1,5
Entelektüel olmaya bu kadar uğraşıp bu kadar ilkokul seviyesinde kalınca Ulus Baker'le Deleuze'e filmi ithaf etmek de hayli ironik duruyor doğrusu. Ortama giren 'farklı' kadının farklı olmak adına film boyunca tek yaptığının adamla bir düğüne katılmak ve sesli müzik dinlemek olduğunu düşünürseniz durum gayet açıklık kazanacaktır. Kör gözüm parmak veya göz göre göre kurgulanmış sahnelerin arz-ı endam ettiği bu filmden acilen uzak durulması gerekiyor. Oyunculuğun ne olduğunun önümüzdeki on-on beş yıl boyunca pek farkına varamayacak Engin Altan ile Berrak Tüzünataç'sa, bu kötü 'döktürememeleriyle' filme renk katmayı başarıyorlar.
Entelektüel olmaya bu kadar uğraşıp bu kadar ilkokul seviyesinde kalınca Ulus Baker'le Deleuze'e filmi ithaf etmek de hayli ironik duruyor doğrusu. Ortama giren 'farklı' kadının farklı olmak adına film boyunca tek yaptığının adamla bir düğüne katılmak ve sesli müzik dinlemek olduğunu düşünürseniz durum gayet açıklık kazanacaktır. Kör gözüm parmak veya göz göre göre kurgulanmış sahnelerin arz-ı endam ettiği bu filmden acilen uzak durulması gerekiyor. Oyunculuğun ne olduğunun önümüzdeki on-on beş yıl boyunca pek farkına varamayacak Engin Altan ile Berrak Tüzünataç'sa, bu kötü 'döktürememeleriyle' filme renk katmayı başarıyorlar.
jersey girl
Jersey Girl (Kevin Smith)=1,5
Kadın-erkek ilişkilerinin gri noktalarını göstermeyi seven, toplumun kenarında köşesinde kalmış karakterleri anlatmayı kendine dert edinmiş bir yönetmenin bu hallere düşmesi doğrusu hayli üzücü. Annesiz büyüyen bir çocuğu ve baba olmanın zorluklarını anlatmak da Smith'in ilgi alanına giriyor elbette ama olaya bu kadar anlamsızca ve bu kadar kaba saba, klişelerle dalmak, regl olmuş bir kadının hezeyanlarını andırıyor. Esprilerin, estantenelerin, verilen mesajların klişe olmaktan çıldırdığı, dibine kadar kötü bir film Jersey Girl.
Kadın-erkek ilişkilerinin gri noktalarını göstermeyi seven, toplumun kenarında köşesinde kalmış karakterleri anlatmayı kendine dert edinmiş bir yönetmenin bu hallere düşmesi doğrusu hayli üzücü. Annesiz büyüyen bir çocuğu ve baba olmanın zorluklarını anlatmak da Smith'in ilgi alanına giriyor elbette ama olaya bu kadar anlamsızca ve bu kadar kaba saba, klişelerle dalmak, regl olmuş bir kadının hezeyanlarını andırıyor. Esprilerin, estantenelerin, verilen mesajların klişe olmaktan çıldırdığı, dibine kadar kötü bir film Jersey Girl.
Nick and Norah's Infinite Playlist
Nick and Norah's Infinite Playlist (Peter Sollett)=2,5
Aslında romantik komedi kalplarına birebir uymasına rağmen, kendini ciddiye almaması ya da şöyle diyelim, kendini olabildiğine sıradanlaştırmayı başarmasıyla çok beğenilen bir film oldu Nick and Norah. Fakat ben, tüm bu afra tafrasına, Norah'nın sarhoş arkadaşı aranırken aslında çiftlerin bir taraftan birbirlerini tanımaya başlamasına, bu ikilinin birbirlerini iyice tanıyıp merak edilen finali askıda bırakarak 'kendileri' olmalarına pek sempatiyle yaklaşamadım. Tekrar dönen eski sevgiliyi bırakıp yenisinin peşinden koşulması veya o korkunç tırnak içindeki sevişme sahnesi benim için filmin kötü olması için yeterli.
Aslında romantik komedi kalplarına birebir uymasına rağmen, kendini ciddiye almaması ya da şöyle diyelim, kendini olabildiğine sıradanlaştırmayı başarmasıyla çok beğenilen bir film oldu Nick and Norah. Fakat ben, tüm bu afra tafrasına, Norah'nın sarhoş arkadaşı aranırken aslında çiftlerin bir taraftan birbirlerini tanımaya başlamasına, bu ikilinin birbirlerini iyice tanıyıp merak edilen finali askıda bırakarak 'kendileri' olmalarına pek sempatiyle yaklaşamadım. Tekrar dönen eski sevgiliyi bırakıp yenisinin peşinden koşulması veya o korkunç tırnak içindeki sevişme sahnesi benim için filmin kötü olması için yeterli.
21 grams
21 Grams (Gonzalez Innaritu)=5
Innaritu'nun uzak ara en iyi filmi. Gainsbourg dahil tüm oyuncularından maksimum performans koparmayı başarmış, karakterlerin her birine dolu dolu canlılık aşılamada son derece maharetli, konusunun kağıt üzerinde kalmaması için Innaritu'nun devasa bir yetenekle sinemanın kendine sunduğu her şeyi dibine kadar kullandığı (renkler, kurgu, müzik); hayatın kesişmesinden çok başka hayatların da kendi içlerinde bağımsız bir dünya yarattığını vurgulayan; acımanın, hayatın ve ölümün, küçük sıradanlıkların ve belki de en önemlisi aşkın enfes anlatıldığı bir başyapıt. En etkileyici sahne, kurgusal olarak sonradan durumu anladığımız, havuzda gösterilen orta parmak.
Innaritu'nun uzak ara en iyi filmi. Gainsbourg dahil tüm oyuncularından maksimum performans koparmayı başarmış, karakterlerin her birine dolu dolu canlılık aşılamada son derece maharetli, konusunun kağıt üzerinde kalmaması için Innaritu'nun devasa bir yetenekle sinemanın kendine sunduğu her şeyi dibine kadar kullandığı (renkler, kurgu, müzik); hayatın kesişmesinden çok başka hayatların da kendi içlerinde bağımsız bir dünya yarattığını vurgulayan; acımanın, hayatın ve ölümün, küçük sıradanlıkların ve belki de en önemlisi aşkın enfes anlatıldığı bir başyapıt. En etkileyici sahne, kurgusal olarak sonradan durumu anladığımız, havuzda gösterilen orta parmak.
Anayurt Oteli
Anayurt Oteli (Ömer Kavur)=5
Romanıyla sinema filminin aynı kalitede ve aynı güzellikte olduğu ender rastlanan bir film. Türk sinemasında görmeye alışkın olmadığımız kopkoyu, içe dönük ve basık atmosferiyle izleyicisine daha ilk dakikada kroşe indiren, mekan kullanımı konusunda, karakterin otelle bütünleşmesini büyük bir maharetle sunmayı başaran, çağının ötesinde ve modern avrupa sinemasının türevlerini andıran dokusuyla Türk sinema tarihine geçmeyi garantilemiş muazzam bir başyapıt.
Romanıyla sinema filminin aynı kalitede ve aynı güzellikte olduğu ender rastlanan bir film. Türk sinemasında görmeye alışkın olmadığımız kopkoyu, içe dönük ve basık atmosferiyle izleyicisine daha ilk dakikada kroşe indiren, mekan kullanımı konusunda, karakterin otelle bütünleşmesini büyük bir maharetle sunmayı başaran, çağının ötesinde ve modern avrupa sinemasının türevlerini andıran dokusuyla Türk sinema tarihine geçmeyi garantilemiş muazzam bir başyapıt.
schramm
Schramm (Jörg Buttgereit)=4
Schramm'ı tüm ahlaksal normlar ve süper-egosal aparatların dışında, süzgeçten geçirmeden olduğu gibi izleyebildiğinizde, günlük insanı ne kadar başarılı ve objektif anlattığını görmeniz mümkün. Öldürdüğü kadınların rujlarını biriktiren katilin hayatını anlatan ve onu gözlemleyen kamera, katiline Öteki olarak yaklaşıp onu karikatürize etmiyor örneğin. Onu bir öcü olarak göstermiyor, zaten o, 'o' olduğu haliyle bize yeterince öcü geliyor. Bir dairede bir başına yaşayan, sürekli bacağının koptuğunu, bir vajinanın penisini yediğini gördüğü rüyalarla cebelleşen, sosyalize olmaya çalışan ama bunu başaramayan bu sıradan psikopatın yaşamına bu kadar doğal yaklaşılması, açıkçası büyük başarı. Zaman zaman Haneke soğukluğunu, Lynch atmosferini anımsatacak kalitede iyi bir film denilebilir Schramm için.
Schramm'ı tüm ahlaksal normlar ve süper-egosal aparatların dışında, süzgeçten geçirmeden olduğu gibi izleyebildiğinizde, günlük insanı ne kadar başarılı ve objektif anlattığını görmeniz mümkün. Öldürdüğü kadınların rujlarını biriktiren katilin hayatını anlatan ve onu gözlemleyen kamera, katiline Öteki olarak yaklaşıp onu karikatürize etmiyor örneğin. Onu bir öcü olarak göstermiyor, zaten o, 'o' olduğu haliyle bize yeterince öcü geliyor. Bir dairede bir başına yaşayan, sürekli bacağının koptuğunu, bir vajinanın penisini yediğini gördüğü rüyalarla cebelleşen, sosyalize olmaya çalışan ama bunu başaramayan bu sıradan psikopatın yaşamına bu kadar doğal yaklaşılması, açıkçası büyük başarı. Zaman zaman Haneke soğukluğunu, Lynch atmosferini anımsatacak kalitede iyi bir film denilebilir Schramm için.
Unfaithful
Unfaithful (Adriane Lyne)=5
9,5 Weeks, Fatal Attraction, Jacob's Ladder gibi müthiş filmlerden Lyne'ın ilgi duyduğu meselelerini iki başlıkta toplayabiliriz: kadın-erkek ilişkileri ve fantezi/gerçeklik arasındaki bağ. Onun karakterleri filmin bir anında fantezinin varlığına direnemeyip onu deneyimlemek istiyorlar; fakat klişe Hollywood filmlerinin aksine Lyne'ın yaptığı, bu fantezinin çöküşünü gözler önüne serip onunla ilgilenmek. Unfaithful'da da, sıkıcı hale gelmiş gerçeklikten, yeni tanıştığı fantezi dünyasına adım atan Connie'nin, fantezisinin çöküşünü izliyoruz. Lyne'ın bu işin tam bir ustası haline geldiğinin kanıtı olan bu filmde, hiçbir açık kapı, hiçbir pürüz bulma şansınız yok. Bu dünyanın atmosferini, hislerini, şüphelerini bir bilim adamı titizliğiyle mercek altına alıp incelediği ve en ince ayrıntısına kadar izleyicisine gösterdiği Unfaithful; Lyne'ın çok iyi olan filmografisinde bir düşüş değil, bir zirve bence.
9,5 Weeks, Fatal Attraction, Jacob's Ladder gibi müthiş filmlerden Lyne'ın ilgi duyduğu meselelerini iki başlıkta toplayabiliriz: kadın-erkek ilişkileri ve fantezi/gerçeklik arasındaki bağ. Onun karakterleri filmin bir anında fantezinin varlığına direnemeyip onu deneyimlemek istiyorlar; fakat klişe Hollywood filmlerinin aksine Lyne'ın yaptığı, bu fantezinin çöküşünü gözler önüne serip onunla ilgilenmek. Unfaithful'da da, sıkıcı hale gelmiş gerçeklikten, yeni tanıştığı fantezi dünyasına adım atan Connie'nin, fantezisinin çöküşünü izliyoruz. Lyne'ın bu işin tam bir ustası haline geldiğinin kanıtı olan bu filmde, hiçbir açık kapı, hiçbir pürüz bulma şansınız yok. Bu dünyanın atmosferini, hislerini, şüphelerini bir bilim adamı titizliğiyle mercek altına alıp incelediği ve en ince ayrıntısına kadar izleyicisine gösterdiği Unfaithful; Lyne'ın çok iyi olan filmografisinde bir düşüş değil, bir zirve bence.
5 Kasım 2012 Pazartesi
love actually
Love Actually (Richard Curtis)=1,5
Bir filmin ne olduğunu bizzat adının bu kadar net anlatması, o filme saygı duymayı gerektirir sanırım. Aşık çocukların, sekreterine aşık başkanların, aşkı için portekizce öğrenen, karısını aldatan adamların bulunduğu, aşırı doz karikatürize hayat görmenin bünyeye muazzam zararlar verebileceği, içine bol bol sevgi pıtırcığı serpiştirilmiş bir film... film değil, aslında bir masal. Hikaye anlatmanın temel dinamiklerinden olan 'peak' noktasının nereye bağlancığı bu tip filmlerde önemsiz olduğundan anlamsızca sıkıcı bir iki saat sizi bekliyor.